4 Ocak 2012 Çarşamba

Kaçakçılık kamu zararı

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

Esas No : Karar No : İtirazname:
2011/7-135 2011/140 2008/115738


Y A R G I T A Y K A R A R I

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
Mahkemesi : ANKARA 1. Asliye Ceza
Günü : 25.03.2008
Sayısı : 20-253
Davacı : K.H.
Katılan : Gümrükler Başmüdürlüğü
Sanık : M.Ü

Kaçakçılık suçundan sanık M.U.Ü’nün, 5607 sayılı Yasanın 3/5, 5237 sayılı TCY’nın 62/1 ve 52/2. maddeleri uyarınca 5 ay hapis ve 1.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Yasanın 51/1. maddesi uyarınca hapis cezasının ertelenmesine ilişkin, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 25.03.2008 gün ve 20-253 sayılı hüküm sanık tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 29.03.2011 gün ve 18387-3337 sayı ile oyçokluğu ile onanmıştır.
Daire Üyesi M. Öztürk;
“...Kaçakçılık suçlarında kamu zararının belirlenmesi teknik bir konu olup, yıllara ve eşyanın cinsine göre değişebilen tür ve oranlardaki vergiler ile mali yükleri sanığın belirlemesi ve kendiliğinden kamu zararını gidermesi olanaklı değildir. Diğer yandan, Ceza Muhakemesi Kanununun 231/9. madde fıkrasının değerlendirilebilmesi için, sanığın kamu zararını derhal giderip gideremeyeceğini hâkimin bilmesi ve sonucuna göre kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğini tartışabilmesi gerekmektedir. Bu durumda da kamu zararının belirlenerek sanığa bildirilmesi gerektiğinin zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelindiğinde; eşyanın ithalinde öngörülen gümrük vergileri ve diğer eş etkili vergiler ile mali yükler toplamı belirlenip, bu tutarın kamu zararı olduğunun sanığa bildirilmesi ve sonucuna göre, gerektiğinde Ceza Muhakemesi Kanununun 231/9. madde fıkrası gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, kamu zararının sanık tarafından giderilmediğinden bahisle ve başka bir gerekçe de gösterilmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle hükmün bozulması gerektiğinden, aksi yönde oluşan sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum” görüşü ile karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, 20.05.2011 gün ve 115738 sayı ile;
“…Yargıtay 7. Ceza Dairesi ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasındaki hukuki uyuşmazlık, sanık hakkında Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için, aynı Kanunun 231/6-c ve 231/9. maddelerindeki ‘suçun işlenmesi ile mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir, sanığın kabul etmemesi halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez’ hükmünün uygulanmasına ilişkin olarak, somut olayda oluşan kamu zararının belirlenerek sanığa bildirilmesinin gerekip gerekmediği hususuna ilişkindir.
…Benzer konuya ilişkin olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.02.2009 tarih ve 2008/11-250 E., 2009/13 K. sayılı kararında da ‘zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle giderilmesinden anlaşılması gereken hususlar nelerdir, manevi zararlar bu kapsama dâhil midir, zarar konusunda mahkemece herhangi bir araştırma yapılmasına gerek bulunmakta mı, bulunmakta ise bu araştırmanın kapsamı nasıl belirlenmelidir’ hukuki sorununa ilişkin olarak;
‘Zararın belirlenmesinde hâkim, ceza yargılamasında şahsi hak davasına yer verilmediği gerçeğini de göz önünde bulundurmak koşuluyla, kanaat verici basit bir araştırma yapmalı, hukuk hâkimi gibi gerçek zararı tam anlamıyla saptamaya çalışmamalıdır’ görüşünü haklı olarak dile getirmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19.02.2008 gün ve 346-25 sayılı kararında; ‘sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile Devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Müessesenin yargılama yasasında düzenlenmiş bulunması da onun karma niteliğini değiştirmez. Koşullu bir düşme nedeni oluşturan ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi, mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarına ilişkin objektif koşulların varlığı halinde mahkemece diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve re’sen değerlendirilerek, uygulanması yönünde kanaate ulaşıldığı takdirde, hiçbir isteme bağlı olmaksızın öncelikle uygulanmalıdır’ şeklinde açıkça vurgulanmıştır.
Doktrinde de, ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’nın, bir erteleme (tecil-probation)’ çeşidi olduğu vurgulandıktan sonra, ertelemenin ceza kanunlarının ceza sistemini tamamlayan, ancak ceza olmayan bir müessese olduğu vurgulanmıştır. Erteleme kurumunun esas itibarıyla bir yandan suç faillerinin topluma kazandırılmasına katkı sağlayan, diğer taraftan da adliyenin iş yükünü azaltmaya yönelik çağdaş bir yapılanma olduğu da bilinmektedir. Diğer taraftan erteleme, bir kişiselleştirme kurumu olup, kısa süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaların infazından doğabilecek sakıncaların önlenmesi amacıyla öngörülen çağdaş bir uygulamadır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından birisi de suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Aynı maddenin 9. fıkrasına göre, altıncı fıkranın c bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.
Suçtan meydana gelen zararın tazminine dair hükümler, ‘onarıcı adalet’ anlayışının sonucudur. Zararın tazmini ile suçtan zarar gören kimsenin tatmini amaçlanmaktadır. Zararın giderilmesi bir başka yönüyle bakıldığında, özellikle hükümden önce rızaen zararın giderildiği hallerde, failin suç oluşturan fiil nedeniyle duyduğu pişmanlığın bir göstergesidir. Zararın giderilmesi konusunda çaba göstermeyen ya da açıkça zararı gidermeyi reddeden sanıklar hakkında ise bu kurum uygulanmamalıdır.
Somut olaya bakıldığında ise durum şöyledir:
Sanık hakkında gümrük kaçağı sigara, ilaç benzeri eşyaları bulundurduğu iddiasıyla kamu davası açılmıştır. Sanık 11.09.2007 tarihli hazırlık beyanında etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini bildirmiş, ancak kendisine 5607 sayılı Yasanın etkin pişmanlığa ilişkin 5/2. maddesi uyarınca Devlet Hazinesine ödemesi gereken suç konusu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katı kadar parayı ödeyebilmesi açısından belirtilen miktar hiç bir şekilde bildirilmemiştir. Kaldı ki, eşyanın gümrüklenmiş değeri katılan gümrük idaresi tarafından 21.11.2007 ile 12.12.2007 (iddianame ile dava açıldıktan sonra) tarihli iki ayrı kaçak eşyaya mahsus tespit varakası ile belirlenerek, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirilmiştir. Belirtilen şekilde tespit edilen değerlerden sanığa bilgi verildiğine ilişkin hiçbir belge dosya içinde bulunmamaktadır. Sanık mahkemedeki savunmasında; ‘etkin pişmanlıktan faydalanmak istediğini, fakat ne kadar para cezası ödeyeceğini bilmediğinden ve tarafına tebligat yapılacağını düşündüğünden yerine getiremediğini’ beyan etmiştir.
Görüldüğü üzere, karşımızda işlediği suç nedeniyle nedamet duyduğunu dile getiren ve suç nedeniyle oluşan zararı ödemeye hazır olduğunu bildiren bir sanık bulunmaktadır. Ceza muhakemesinin maddi gerçekliğe ulaşma amacı yanında insan haklarına güvence fonksiyonu bulunduğu unutulmamalıdır. Sanığa zararı giderip gidermeyeceğinin sorulması, usul kurallarında gelinen son aşama olan ‘sanığın haklarına uygun bir şekilde gerçeğin araştırılması’ ilkesiyle örtüşmektedir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun anılan kararı ile uyumluluk gösteren Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarında da; ‘sanıktan zararı karşılayıp karşılamayacağının, sorulmadan sadece zararın karşılanmamış olduğu gerekçesiyle CMK 231. maddesinin tatbik edilmemesinin hukuka aykırı olduğu’ hususu benimsenmiştir. (3. CD. 13.05.2010/5130-8602, 22.09.2010/9251-13755, 6. CD. 04.11.2010 653-17507, 11. CD. 19.02.2010/10622–1506 sayılı kararları)
Belirtilen kararlarda açıklandığı üzere, yakınanın zararının ne olduğu belirtilmeden, kabul edilen zararı giderip gidermeyeceği sorularak zararı giderme olanağı tanınmadan, nesnel ve öznel koşulları değerlendirilmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu yönünden bir karar verilmesi, anılan CMK 231/5-6 ve 9. maddelerdeki normun getiriliş amacını göz ardı etmek anlamına gelecektir. Gerçekten CMK 231. maddede değişiklik yapan 06.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Yasanın gerekçesinde; ‘…kişi açısından belirli yükümlülüklere uygun davranması koşuluyla, sanık hakkında cezaya hükmedilmemesi, toplum barışının sağlanması bakımında, cezaya mahkûmiyete nazaran daha etkili olabileceği’ görüşü haklı olarak ifade edilmiştir. Belirtilen gerekçelerle hukuk sistemimize kazandırılan ve ceza olmayan bir müessese olduğu vurgulanan CMK 231/5. maddesindeki müessesenin hâkime geniş takdir yetkisi tanıyarak faili topluma kazandırma amacı güttüğü dikkate alındığında, bu sistemin kişiselleştirilerek uygulanması gereklidir. Bu kişiselleştirmeyi yapacak olan da bizatihi hâkimin kendisidir.
Her ne kadar ‘yasayı bilmemek mazeret sayılmaz’ ilkesi hukuk sistemimizde halen geçerli ise de, özellikle failin lehine olan hükümler söz konusu olduğunda bu hükmün en katı haliyle uygulanması bizi sakıncalı sonuçlara götürecektir. Kaldı ki, günlük hayatın karmaşıklığı içinde her insanın, özellikle suç faillerinin sosyo kültürel yapılarının farklılıklar taşıdığı dikkate alındığında yürürlükte olan bütün normları tüm ayrıntıları ile bilebilmesini beklemek hayatın olağan gerçeklerine aykırıdır. Temel kanunlar dışında ceza hükmü içeren ve sayıları binlerle ifade edilen özel kanunlar gündeme geldiğinde bu görüşün haklılığı daha iyi anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, somut olaydaki gümrük kaçakçılığı suçlarında zararın belirlenmesi karmaşık bir konudur. Gerçekten karşı oy yazısında da ifade edildiği üzere, gümrük kaçakçılığı suçlarında kamu zararının belirlenmesi teknik bir konu olup, yıllara ve eşyanın cinsine göre değişebilen tür ve oranlardaki vergiler ile mali yükleri sanığın belirlemesi ve kendiliğinden kamu zararını gidermesi olanaklı değildir. Kaldı ki, gümrük kaçağı eşyanın ele geçmiş olması halinde ki olayda öyledir Devletin vergi kaybı söz konusu olmayıp, sadece eşyanın taşıma, depolama giderleri ile yapılan tebliğ, yazışma giderlerinin oluşan kamu zararı olarak dikkate alınması gereklidir. Belirtilen suç tipinde yargılamayı yapan hâkim dahi, suç nedeniyle oluşan zararı bilememekte, bu konuda bilirkişiye başvurmaktadır. Nitekim somut yargılamada da böyle olmuştur. Öyleyse, belirlenmesi özel bir teknik bilgiyi gerektiren bir hususu bilmesini sanıktan beklemek isabetli bir yaklaşım olmadığı gibi, adalete uygun da değildir. Sanığa bu şekilde teknik bir çalışma ve araştırma sonucu belirlenecek zarar miktarını bildirme ve tüm yasal sonuçlarını hatırlatma ve sonucuna göre kişiselleştirme yapma ceza muhakemesinin amaçlarına uygun olan çözüm şeklidir. Aksi takdirde, sanığa zarar miktarını bildirmeden, yasal sonuçlarını hatırlatmaksızın, sırf zararı gidermediğinden bahisle lehine sonuçlar doğurabilecek olan CMK 231/5-6-9. maddelerdeki kuralların uygulanmasını reddetmek ise, anılan normları salt lafzına bağlı kalarak uygulamak demektir ve bir anlamda yasak savuşturmak olup, gerek ceza muhakemesi hukukunun gerekse anılan normun getiriliş amacının bu olmadığı ortadadır.
Sonuç olarak, sanığa CMK 231/6-c ve 231/9. maddeleri gereğince yakınanın zararının ne olduğu belirtilmeden, kabul edilen zararı giderip gidermeyeceği sorulmadan, zararı giderme olanağı tanınmadan, nesnel ve öznel koşulları değerlendirilmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu yönünden bir karar verilmesi hukuka aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle, somut olayda, yerel mahkemenin sanık hakkında verdiği atılı suçtan cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına dair kararının onanmasına ilişkin Yüksek Yargıtay 7. Ceza Dairesinin anılan kararı hukuka uygun değildir” görüşüyle itiraz yasayoluna başvurularak; Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu'nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın kaçakçılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yakınanın zararının ne olduğu belirlenmeden ve sanıktan, belirlenen bu zararı giderip gidermeyeceği sorulmadan, yerel mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun niteliği ve uygulanma koşulları üzerinde durulması gerekmektedir.
Ceza Genel Kurulunun yerleşik kararlarında açıkça vurgulandığı üzere; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Yasasının 23. maddesi, büyükler hakkında ise 5271 sayılı CYY’nın 231. maddesine 19.12.2006 gün ve 26381 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 23. maddesiyle eklenen 5 ila 14. fıkraları ile kabul edilmiş, aynı Yasanın 40. maddesiyle de 5395 sayılı Yasanın 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yalnızca yetişkin sanıklar yönünden, şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu kurum, 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, aynı gün yürürlüğe giren 23.01.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesiyle, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için de uygulanabilir hale getirilerek, Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Yasalarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 01.03.2008 günü yürürlüğe giren 26.02.2008 gün ve 5739 sayılı Yasa ile 3713 sayılı Yasanın 13. maddesinde yapılan değişiklik ve 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasına eklenen Ek 10. madde ile de; 15 yaşından büyüklerin işledikleri terör suçları ile 1632 sayılı Yasada yer alan suçlar yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsam dışına çıkarılarak kurumun uygulanma alanı tekrar daraltılmış, 25.07.2010 gün ve 27650 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 22.07.2010 gün ve 6008 sayılı Yasanın 7. maddesiyle 231. maddenin 6. fıkrasına eklenen cümleyle, sanığın kabul etmemesi halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği esası getirilmiş, 3713 sayılı Yasanın 13. maddesindeki “onbeş yaşını tamamlamamış” ibaresi yürürlükten kaldırılmak suretiyle bu kurumun terör suçu işleyen 15 yaşından büyük çocuklar yönünden de uygulanmasına olanak sağlanmıştır.
5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Yasalar ile gerçekleştirilen değişiklikler sonucu hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
a) Suça ilişkin;
1- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilmeli ve hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olmalıdır.
2- Suç, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Yasalarında yer alan suçlardan bulunmamalıdır.
3- 01.03.2008 tarihinden itibaren işlenen suçlarda ise, suçun ayrıca 3713 sayılı Yasa ile 1632 sayılı Yasa kapsamında yer alan suçlardan olmaması gerekmektedir.
b) Sanığa ilişkin;
1- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
2- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
3- Mahkemece; sanığın, kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
4- Sanığın bu kurumun uygulanmasını kabul etmesi,
Koşullarının varlığı gerekmektedir.
Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından birisi de, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada uğranılan zarardan kast edilen maddi zarar olup, manevi zarar bu kapsamda değerlendirilmemelidir.
Maddi zararın bizzat sanık tarafından yerine getirilmesi gerekmeyip, sanık adına onun bilgisi ve rızası tahtında üçüncü kişiler tarafından tazmin, aynen iade veya eski hale getirme suretiyle giderilmesi de olanaklıdır. Ancak herhangi bir zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli olmayan suçlar yönünden ise bu koşul aranmayacaktır.
Zararın belirlenmesinde hâkim, ceza yargılamasında şahsi hak davasına yer verilmediği gerçeğini de göz önünde bulundurmak koşuluyla kanaat verici basit bir araştırma yapmalı, hukuk hâkimi gibi gerçek zararı tam anlamıyla tesbite çalışmamalıdır. Zira 5271 sayılı Yasanın 231. maddesindeki düzenleme, kişinin ileride hukuk mahkemesinde şahsi hak davası açmasına ve giderilmediğini düşündüğü gerçek zararının kalan kısmına da hükmedilmesini isteme yönünden bir engel bulunmamaktadır.
Bazı olaylarda zararın miktarı herkes tarafından kolaylıkla belirlenebilmesi olanaklı ise de, bazı olaylarda, zararın tespiti teknik bilgi gerektirdiğinden, ancak konunun uzmanı bilirkişiler aracılığıyla belirlenebilmektedir. Bu gibi durumlarda zararın miktarı hâkim tarafından belirlenemiyorsa, bilirkişi incelemesi yaptırılmalı ve sanıktan, belirlenen bu miktar zararı giderip gidermeyeceği açıkça sorulduktan sonra sonucuna göre hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı tartışılmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında kaçak sigara ve ilaçları satışa arzettiğinden bahisle kaçakçılık suçundan kamu davası açıldığı,
Sanığın soruşturma aşamasında; suçlamaları kabul etmemekle birlikte, 5607 sayılı Yasanın 5/2. maddesi uyarınca etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini ve suça konu eşyanın gümrüklenmiş değerinin iki katını ödemeyi kabul ettiğini, duruşmada da bu isteğini yineleyerek ödeyeceği miktarı bilmediğini ve kendisine bu konuda bildirimde bulunulmasını beklediğini beyan ettiği,
Yerel mahkemece; sanığın, suç nedeniyle kamunun uğradığı zararı karşılamadığından bahisle, hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Somut olayda sanığın, suça konu olan eşyaların teknik bir konu olan ve yıllara göre değişkenlik arzeden gümrüklenmiş değerlerini basit bir araştırmayla öğrenmesinin olanaklı olmadığı gözetilerek, mahkemece, bilirkişi tarafından belirlenen değerin sanığa bildirilmesi ve sonucuna göre hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına karar verilmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü ile, Özel Daire onama kararı kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 29.03.2011 gün ve 18387–3337 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 25.03.2008 gün ve 20–253 sayılı hükmünün BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.06.2011 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.